Özdesin!

Ne! Yazmak mı? Varım.

Arog Yerden Yere Vuruldu!

Posted by omerfarukoz Aralık 9, 2008

A.R.O.G. beklentilerin altında kaldı. Cem Yılmaz’dan kahkaha tufanı bekleyenler hayal kırıklığına uğradı.

Cem Yılmaz’ın A.R.O.G.’unu izleyenler gülmekten yere yıkılmadı. Hatta G.O.R.A’yı daha komik bulanlar çoğunlukta. İşte onlardan birisi de Sabah’ın televizyon eleştirmeni Yüksel Aytuğ.

Film tekniğine laf söyletmeyen eleştirmen, sahne gösterisinde olduğu gibi seyircileri gülmekten kırıp geçiren Cem Yılmaz’ı filmde aradığını söyledi. İkinci hayal kırıklığım: A.R.O.G dediği film için bakın nasıl eleştirilerde bulunuyor:

(…)Bu kez ortamdan etkilenmemek için Cem Yılmaz’ın filmini basın gösterimi ya da galada değil, normal seansta izlemeye karar verdim. Cumartesi günü, Maçka Cinebonus’a gittim. Barındırdığı sosyal statü olarak Cem Yılmaz’ın izleyici profili için en uygun salonlardan biriydi.

Hava bulutluydu, yağmur atıştırmak üzereydi. Yani sinemaya gitmek için iyi bir gün ve iyi bir saat seçmiştim. Ne olur, ne olmaz diyerek bir gün önceden rezervasyon yaptırmıştım. Ama o da ne? 150 kişilik salonda sadece 15 kişi vardı…

Filmin başından sonuna kadar, şöyle salonda yükselen topluca bir kahkahaya rastlamadım. Film bittikten sonra insanların yüzlerine neredeyse tek tek baktım. Donuk bir ifade takınmışlardı. İçlerinden biri bile gülerek, “Ya şu sahne ne komikti değil mi?” diye ötekine anlatmıyordu, ki komik filmlerin ardından ilk yapılan şey, gülünen sahnelerin geyiği olurdu…

Dünyanın en snob, en ciddi, en müşkülpesent 16 kişisini aynı salona doldurmaları mümkün olmadığına göre, filmde bir “arıza” olmalıydı… Ben G.O.R.A.’da da fazla gülememiştim. A.R.O.G.’da da tebessüm ettiğim bir-iki sahne dışında öyle kahkahalara boğulduğum filan olmadı…

Oysa Cem Yılmaz’ın yıllardır tekrarladığı aynı gösteriyi her izleyişimde salondan kasıklarım ağrıyarak çıkıyordum. Film tekniği neredeyse mükemmel, efektler yerli yerinde, oyunculuklar vasatın üzerinde… Ama ben “film tekniği” görmek istesem, Cem Yılmaz’ın filminde işim ne? Gider, Steven Spielberg’in fantezi filmlerini izlerim…

Benim Cem’den beklediğim, tıpkı sahne gösterisinde olduğu gibi bana kahkahalar attırması, koltuğumdan yerlere düşürmesi… Film, “Turist Ömer Uzayda”nın 10 milyon dolarlık sponsor bulunup, günümüz teknolojisi ile çekilmiş haline benziyor.

Bir de sponsor firmaların resm-i geçidi var ki, filmi uzun bir televizyon reklamına çevirmiş… Cem, “Bu filme decoder’le gelin… Binlerce gizli espri var” demiş. Sanırım araya sıkıştırmaya çalıştığı sosyal ve felsefi mesajlardan söz etmiş.

Bence decoder’e filan gerek yok. Zaten hepsi gözümüzün içine sokuluyor!.. Filmden aklımda kalan tek cümleye gelince: Arif, umutsuz bir şekilde “Maymundan gelip gelmediğimizi bilmiyorum ama maymuna doğru gittiğimiz kesin” diyor… İşte orada sonuna kadar haklısın sevgili Cem…

Posted in Sinema | Leave a Comment »

Yaz Yağmuru-Ahmet Hamdi tanpınar

Posted by omerfarukoz Aralık 9, 2008

Yaz Yağmuru Üzerine

Yaz Yağmuru, Ahmet Hamdi tanpınar’ın Türk Edebiyatı’na öykü dalında verdiği bir eserdir. İçerisinde, kitaba ismini veren Yaz Yağmuru başta olmak üzere, Teslim, Acıbademdeki Köşk, Rüyalar, Ademle Havva, Bir Tren Yolculuğu ve Yaz Gecesi isimlerinde toplam 7 hikaye mevcuttur.Tanpınar, bu eserini 1955 yılında yayımlamıştır.Yaz Yağmuru, psikolojik ögelerin sıklıkla kullanıldığı ve bilinçaltı kavramının kahramanlarda çokça görüldüğü bir eser olarak tanımlanabilir genel olarak.

1.Yaz Yağmuru

Öykü, Sabri Bey’in evinin bahçesinde genç ve güzel bir kadını yağmurdan ıslanmış halde, bir ağacı incelerken görmesiyle başlıyor. Genç kadını evine alan Sabri Bey, onu ıslanmış elbiselerinden kurtulması için, birkaç hafta önce babasının yanına, Antalya’ya, ziyarete giden eşinin elbiselerinden veriyor. İlk izlenim olarak Genç kadın sabri Bey üzerinde tarifi zor bir izlenim bırakıyor. Öyle ki; takındığı tavırları, konuştuğu cümleleri, el-kol ve yüz hareketlerini başkasında görse kattiyen dayanamayacağnı düşünen Sabri Bey, bu tuhaf kadında ona çekici gelen bir şeyler görür ve ilgisi artar. Bu şekilde başlayan kısa ve garip arkadaşlık Sabri Bey’i sanki genç kadını yıllardır tanıyormuşçasına etkisi altına alır. Daha bir gün önce bile tanımadığını hayal ettiği bu genç kadın Sabri Bey’in zihnini öylesine meşgul eder ki; karısına ve iki çocuğuna karşı, onların yokluğunda, varlıkarına ihanet ediyor olma korkusu ve endişesiyle tedirgin olur. Bu tedirgin olma hali, evin hizmetçisi olan Ayşe Kadın’ın, genç kadın ve Sabri Bey’i evde başbaşa ve üstelik bu yabancı kadının üzerinde Hacce Seher Hanım’ın elbiselerini görmüş olması nedeniyle daha da artar. Zaten kişiliği itibariyle birisine çok büyük bir sadakatle bağlanan Ayşe Kadın, çok derin bir sadakatle bağlı bulunduğu hanımına bir ihanetin sözkonun olması ihtimaline karşı korkuya kapılır. Neyse ki genç kadın durumu izah eder ve onu rahatlatır. Ayrılma Vakti geldiğinde genç kadın Sabri Bey’den kendisini vapura kadar götürmesini rica eder. Sabri Bey yolda kendisinden kalmasını istese de genç kadın ileride onu özellikle ziyarete geleceğini söyleyerek savuşturur. Aldığı cevaptan ziyade Sabri Bey bu gizemli ve çekici kadından korkuğunu düşünüp, aslında içten içe gittiğine memnun olur. Günler, Sabri Bey üzerinde genç kadının bıraktığı etkiyi yavaş yavaş silmeye yüz tutmuşken birden çıka gelir genç kadın. Sabri Bey kendini mutlu hisseder bu kavuşma karşısında. Beraber yüzmek ve daha sonra günün geri kalanını beraber geçirmek için çıkarlar. Bu gezi sırasında kadının çocuksu yanlarını keşfeder Sabri Bey. Birbirlerini tanıma adına herbiri kendi hayatını anlatır diğerine. Sabri Bey, genç kadının farklı davranışlarını, çocukuluğunda yaşadığı olaylara bağlar. Ona göre genç kadın, çocukken yaşadığı yangın hadisesi ve evlerininin kalfasının, sırf ölen teyzesiyle aynı adı taşıyor diye genç kadına sanki teyzesiymiş gibi davranması, kadının kişiliğinde onarılmaz boşluklar oluşturmuştu. Bu boşluklar, onun hala daha bir çocuk gibi aniden mutlu veya üzgün olmasının nedeni olabilirdi Sabri Bey’e göre. Nedeni ne olursa olsun o, genç kadının bu çocuksu halinden hoşlanıyordu. Çocuksu kişiliğinin yanında kadında gördüğü birtakım içsel davranışların sebebini ise kadının sorunlu bir evlilik yapmış olmasından kaynaklandığını düşünüyordu.

Geziyi bitirip eve dönmüşlerdi. Sabri Bey içten içe sebepsiz bir sevince kapılıyor sonra aniden durgunlaşıyor ve korku duyuyordu. Ya genç kadın bu gece evde kalmaya karar vermişse! Belirli bir müddet genç kadın eski yaşantısını, çocukluğunu anlatmaya devam eder. Sonra birdenbire Tanpınar’ın tabiriyle “bir zemberek durmuş gibi susar”. Gitmeye karar verir, Sabri Bey’den kendisini rıhtıma kadar götürmesini rica eder. Sabri Bey içinden kendi kendiyle tartışmakla meşgul, rıhtıma kadar yürürler. Kadın ayrılırken, Sabri bey ipi kopmuş bir uçurtma hayal eder, bir uçurma; asla tekrar göremeyeceği. Bu düşüncelerle eve döner, karısını düşünür, gidip getirmeye karar verir ailesini.

1.a Yaz Yağmuru Üzerine Değerlendirmeler

Yaz Yağmuru’ndaki kadının hastalıklı hâli çocukluğundan kaynaklanır. Onu küçükken, nikahına bir hafta kala intihar etmiş teyzesine benzetirler: “Hayatını herkesten o kadar dinlemiştim ki, onu benimsemiştim artık. Ve kendi hayatım gibi hatırlıyordum. Ölümünü de böyle. Gece olup da yatağıma yatınca onun gibi ölür, sonra dadımın ilk kımıldanışında onu kaldırır giyinir, evin içinde dolaşırdık.” (S. 67). Dadısı, “Sen osun! Muhakkak osun. Fatma’sın.. diye ağlardı. Madem ki tekrar gelecektin, niye öldün? derdi.” (S. 66). Daha sonra yalıda yangın çıkar ve kuşları da dahil her şeyleri yanar. Bu onu büsbütün hastalıklı bir hâle sokar. “Belli ki ömrü boyunca çocukluğu onu bir lahza bile rahat bırakmamış, bir türlü kendisi olma fırsatını vermemişti. (…) Şüphesiz bunun bir adım ötesi uçurumdu.” (S. 72).[3]

Tanpınar, diğer hikayelerinde olduğu gibi bu hikayesinde de bir mesaj kaygısı gütmekten çok bir durumun analizini yapma amacı taşıyor. Böylelikle, kendi üslubunu oluşturan Tanpınar, eserini şiirsel bir anlatımla birleştirerek onu daha okunabilir kılıyor.

2.Teslim

İçinde yaşadığı topluma yabancılaşan ve toplum tarafından önemsenmeyip bir yabancı gibi algılanan Emin Bey’in teslim oluşunu anlatır. Hikaye, bir tren istasyonunda başlar. Emin Bey ve tüm kafile treni beklemektedirler. Trenin gelmesine daha vakit olduğundan Emin Bey istasyondan ayrılıp etrafta yürüyüşe çıkar. Yolda, yalnızlığını ve çevresindeki insanları düşünür. Ona göre kendisini dinlemiş olsalardı yaşadıkları kasaba on yıl içinde değişebilir, başka bir alem olurdu. Bunun yanında Emin Bey, çevresinin bir harmoni içerisinde yaşayıp gitmesine ve kendisinin bu harmoninin dışında kalmasına bir kez daha üzülür. Bu düşüncelerle ilerlerken, yolda üniversiteden arkadaşı Süleyman ile karşılaşır. Süleyman, Emin Bey’i evine davet eder. Yaşadığı hayattan, kayıp babasını, 9 çocuk ve karısını 3 yıl önce tesadüfen bulup eve getirdiğinden ve bundan dolayı kendi karsının evi terkettğinden bahseder Süleyman. Emin Bey, üniversite de herkesin sevdiği Süleyman’ın böylesi bir hayat sürmesi karşısında şaşırır, onu kurtarmak içi kafasında düşünceler oluşturumaya kalkar. Ardından ayrılır iki eski arkadaş. Emin Bey tren istasyonuna döner. Kendisini istasyonda bekleyen kafileden Cabbar Zade’nin yanıa gider Emin Bey. Bu sefer farklı duygular taşımaktadır. Hikaye, Emin Bey’in Cabbar Zade’ye dolaysıyla tüm insanlığa bir nevi teslim oluşuyla noktalanır. Bu teslim oluş Emin Bey’in önceden kabul etmediği için toplumdan dışlanmasına neden olan tüm normları kafasında yok ettiği anlamını taşır.

2.a Teslim Üzerine Değerlendirmeler

Tanpınar’ın öykülerinde bir hayatın içinde yaşayan sıradan insanlar vardır bir de hayatın dışında, onlara bir malzeme gibi bakan idealist insanlar, aydınlar. Kimi ikilikler de buradan çıkar. Tanpınar, Teslim öyküsünde bu sorunu gündeme getirir ve kitabî ve dogmatik fikirlerle taşra hayatının kavranamayacağını vurgular. O hayatın tepeden inme, hizaya getirici bir aydın bakışıyla kavranamayacağını, onların hayatlarına nüfuz edilemeyeceğini düşünür. Tam da burada yabancılaşma devreye girer. Kahramanların bölünmüşlüklerinin bir nedeni de işte bu yabancılaşmadır. Onlar içinde bulundukları topluma yabancılaşmışlardır: “Bu hayatla (taşra hayatı NT) kendi dalgın, içine gömülmüş, yarım öğrenilmiş fikirlerin peşini güden ve her lâhza ele avuca sığmaz hayatı bir laboratuar potasına sokmaya çalışan kendi hayatı ve düşünceleri arasındaki farkı hesapladıkça ürkerdi.” (S. 83).[4]

Teslim’den bir mesaj çıkarmak zorunda kalsak onun toplumundan uzak kalmış, yabancılaşmış, yukarıdaki değerlendirmede de belirtildiği üzere hayata bir malzeme gibi bakan ve kendini aydın olarak tanımlayan zümrenin hayat karşısında bu tutumuyla asla onu kavrayamayacağı belirtilmek istenmiştir diyebiliriz. Bunun yanında, kendisiyle barışık yaşamak isteyen kişi, içinde bulunuduğu toplumlla da kavgasına son vermelidir, mesajı da bunun yanında, çıkarılabilir.

3. Acıbademdeki Köşk

Acıbademdeki Köşk hikaye kahramanın annesinin dayısı, Sani Bey’in evidir ve kahramanın kişiliğinin oluşmasında büyük etkileri olmuştur bu evin. Karısıyla mutlu bir yaşam süren Sani Bey tam bir icat meraklısıdır ve evini de bu zihniyetle inşa ettirmiştir. Ev içinde bir odadan diğerine doğrudan geçmek mümkün değildir, labirentli bir yapıdadır. Sani Bey bunu hırsızlardan korunmak amacıyla yapmıştır. Evin, Sani Bey’in icat çalışmalarını sürdürdüğü atölyesinde onun eskisiclerden, hurdacılardan, mezatlardan topladığı bir yığın değişik şekillerde demir parçaları, eşyalar vardır. Sani Bey sürekli yenilerini getirdiği bu yığınlarla icat çalışmalarını devam ettirmektedir evde. Sani Bey, bir icat delisidir ve ona göre işleyen insan kafasının üç büyük gayesi vardır: İcat, ıslah (düzeltme) ve tadil (değişiklik). Bu üç kategori de birbiri ile iç içe geçmişlerdir. Evde yapmış olduğu hamam da onun eşsiz dehasının bir örneği niteliğindedir. Ev ahalisine gösterdiğinde herkesi çok güldürmüş ve mutlu etmiştir. Sani Bey’e göre hayatta yapmadığın bir şey için üzülmeyecek, yerine, onu gerçekleştirmek için çok çalışacaktın. Sani Bey, herşeye rağmen mutlu olmayı başarabilen nadir insanlardandır. Kendi yaptığı hamamda yarı yanmış halde bulunan Sani Bey ardından ölüm döşeğinde kendine bakan her bir zihinde “İşte hayatta amacını gerçekleştirip giden mesut biri” düşüncesini oluşturmuştur.

3.a Acıbademdeki Köşk Üzerine Değerlendirmeler

Öyküde, hayatta asıl mutluluğun edinilen amaç uğrunda çalışmak olduğu, yine çeşitli analizler yapılarak anlatılmıştır. Bununla beraber bu amaç eğer bir bedel ödemeyi gerektiriyorsa dahi, bu bedel, ödeyen kişi için bir üzüntü değil aksine, amaç uğruda atılmış mühim bir adım olarak değerlendirilmelidir mesajı verilmiştir.

4. Rüyalar

Cemil, kendisini gittikçe rahatsız eden değişik sıklıklarla, rüyalar görmektedir. Belli bir süre sonra artık öyle bir noktaya gelmiştir ki Cemil gün ortasında birdenbire kendinden geçer, o anda elinde ne varsa yere düşer ve bu ani uyuklamanın ardından kendine gelirdi. Bu kısacık uyku hali sırasında Cemil yine aynı rüyaları görmektedir. Bu rüyalarda boynu yaralı bir kadın ona yalvarmaktadır. Cemil’e kendisini kurtarmasını söylemektedir. “Çağırıyorlar, beni çağırıyorlar. Gitmeğe mecburum, anlamıyor musunuz? Kurtarın… N’olur, beni kurtarın… Ah yine başlıyacak, yine bana soracaklar, hiç söylemiyeceğim şeyleri soracaklar…Beni kurtarın, nolursunuz beni kurtarın! Ben nasıl söylerim onlara?.. Bilmezsiniz, ayakta, o masanın başında neler çekiyorum… İnsanlar hiç yerine ne kadar zalim oluyorlar.” Cemil, bu feryatlar, yalvarmalar karşında hiçbirşey söyleyemez, onu kalbi merhametten parçalana parçalana dinler.

Cemil yine böylesi rüyalar gördüğü bir günün akşamı dışarı çıkar, karşıya geçer. Vapurla geri dönerken eski bir tanıdığa rastlar. Eski tanıdık Cemil’in hiç arayıp sormamasından şikayet eder. Kendisinin Cemil’i aramak istemesinden fakat gelmek istemeyeceğini düşünerek bundan vazgeçişini anlatır. Bununla beraber arkadaşlarıyla birlikte çağırdıkları ruhutan bahseder. “Selma adında bir kız, intihar etmiş.. Hem de yeni… İki aydır çağırıyoruz, herşeyi söylüyor, ne sorduksa ama hepsini,…Fakat bir türlü intiharının sebeini söylemiyor… Ne kadar sıkıştırsak nafile..” Cemil daha fazla dinleyemez eski tanıdığı. Dalgaların üstünde beyaz bir hayalet korku dolu gözlerle kendisine bakar ve “Gel gidelim” der gibi işaret eder.

5.Adem ile Havva

Bu hikaye, ilahi dinlerin tümünde ortak olan “Adem ile Havva” inacının bir hikaye tarzı ve Ahmet Hamdi üslubuyla yoğrularak, şiirsel bir dille ifadesidir. Hikayede Adem ile Havva’nın yeryüzüne inişi resmedilir.

Havva, Adem’den bir parça olarak Allah tarafından yaratılır. Adem, Havva’ya kim olduğunu sorar. Havva: “benim, senden bir parçayım” der. Bu sırada kader, uykusundan uyanır ve etrafta bir telaş silsilesi oluşturarak Adem ile Havva’nın önüne gelir. Önce birşeyler görmezler. Sonra kader, “cilalanmış bir abanoz sathı” gibi parlar ve onlar bunun içinde kendilerini görürler. Daha sonra yeryüzünü, bildiklerinden başka türlü ağaçlar, başka türlü nehirler başka türlü çiçekler görürler. Bunun ardından kendilerinden türeyecek tüm bir insanlığı, yeryüzü hakikatlarini, gece ve gündüzü, Gençliği, İhtiyarlığı ve Ölümü, mevsimleri gorürler.

Kader, daha sonra bulutlar gibi etraflarını sarar ve onlar kendilerini kaderin mahpusu bilirler. Ardından Adem ve Havva yeryüzüne gönderilir. Adem, Serendip’te bir dağ tepesine, Havva ise Yemen’de bir kuyu başına iner. Birbirlerinden ayrı düşmüş Adem ile Havva birbirlerini aramaya koyulurlar. Yeryüzünü dolduran çeşitli hayvanlar Adem ile Havva’nın birbirlerini ararken çıkardığı sesten ürker ve “insan sesine susamış toprak bu sesleri duydukça ısınır, değişir.”.

5.a Adem ile Havva Üzerine Değerlendirmeler

Adem’le Havva öyküsü de bir başka sembolik öyküdür. Tanpınar bu öyküde Adem ile Havva kıssasından yola çıkarak kadın erkek ilişkilerini anlatır. Öykü boyunca Tanpınar pek çok sembole, soyutlamaya başvurur.[5]

6. Bir Tren Yolculuğu

Bir tren istasyonunda, trenin kalkmasını bekleyen yolcuların ve dışarıda muamelelerinin bitmesini bekleyen bir grup tiyatro sanatçısının resmedilmesiyle başlar hikaye. Nihayetinde bu tiyatro topluluğunun da trene binmesiyle tren hareket eder. Bunların geç binmesinin nedeni, içlerinde daha önce bulunmuş genç bir kadın oyuncunun ölmesi ve bu ölüm ardından istasyonda jandarma kumandanının onlara bu ölüm hakkında sorular sormasıdır.

Ölen kızın adı Zeyneb’tir. Tiyatro topluluğunun gösteri sunduğu bir kentte zengince bir adam tarafından beğenilir ve kendisine evlenme teklif edilir. Teklifi kabul eden kız düğün hazırlıklarının yapıldığı günlerde, bindiği at arabasının uçuruma yuvarlamasıyla ölür.

Zeyneb, üvey anne elinde büyümüş, hırpalanmış bir çocuktur. Üvey annesinin ona yaşattığı sıkıntıları tüm hayatı boyunca çekmek zorunda kalmıştır. Küçükken sürekli bir yerlere saklanıp, Zeyneb’i korkutan üvey anne, onun kişiliği üzerinde derin yaralar açmıştır. Bundan dolayıdır ki, Zeyneb sürekli bir kaçış, bir kurtuluş hayali içierisinde yaşamış, ilk evliliğini de böyle bir kaçış hayali sonrası, yakalanarak bitirmek zorunda kalmıştır. Tiyatorya da aslında böylesi bir kaçış umuduyla başlamıştır. Ama istediği üne kavuşamayınca, zengince adamın evlenme teklifini kabul etmiş, ancak henüz hayalini kurduğu mutluluğu göremeden ölmüştür.

6.a Bir Tren Yolculuğu Üzerine Değerlendirmeler

Hayatını tiyatroya adayan genç kızın peşinde hep çocukluk korkuları vardır. Küçüklüğünde üvey annesinin bir yere saklanıp aniden ortaya çıkıp bağırarak korkuttuğu kahramanımız büyüyünce tiyatroda başarısız olur.[6]

7. Yaz Gecesi

Hikayede, iki kız kardeş bir arkadaşlarını köşke davet etmiştir ama adamın bu evde kötü hatıraları vardır. Özellikle, onun gece kalması için hazırlanan oda, adamın katlanamayacağı hatıraları anımsatır.

35 yıl önce henüz o çocukken, bu evin karşısında yaşayan bir ailenin çocuğudur. Şimdi kaldıkları odada da o zamanlar bu evin sahibi olan hasta adamı hatırlar. Bu yaşlı ve hasta adam öylesine hastadır ki, geceleri, çığlıkları tüm mahalleyi uynadırır. Bu çığlıklar, o zamanlar çocuk olan, misafiri derindern etkiler. Daha sonra genç bir çocukken de bu evin hayatı üzerinde farklı etkileri olur. Burada, hasta adamla beraber yaşayan, onun evlatlığını ve karısını hatırlar misafir.Yarı deli olarak bilinen evlatlık kızla olan ilişkisini düşünür ve ürperir. Çünkü bu ilişkiden olan bebek evin bahçesindeki ceviz ağacının altına gömülmüştür ve üstelik bu olay dedikodu halinde mahaleye farklı şekilde yansımıştır. Dedikodulara göre, ceviz ağacı altına gömülü olan bebek hasta adamla evlatlığındandır.

Çocukluğunda bu evde böylesi bir cinsel deneyim yaşamış olan misafir, bu anıların birleşip bir bunalım halinde geleceğine yansıması sonucu bir daha hiçbir kadınla beraber olamaz. Dahası bu yaşadıklarının hiç kimseye anlatmamış olması da onun içinde daha farklı bir yara açmıştır. Bir nevi yuttuğu zehir içinde kalmış ve o, ne bu zehri dışarı akıtabilmeyi başarmış ne de ölebilmeyi başarabilmiştir.

7.a Yaz Gecesi Üzerine Değerlendirmeler

Yaz Gecesi bir çocukluğun kötü hatırası üzerine kurulmuştur. Bir adam davet edildiği, çocukluğunun kötü hatıralarını barındıran evde çocukluğundan çeşitli hatıraları anımsar. “Beni çocukluğumun en acayip tarafına misafir ettiklerini acaba biliyorlar mı?” (S.149). Yatması için hazırlanan odada sekiz yıl çocukluğunun kabusu olan bir hasta yatmıştır. Çocukluğu bu hastanın iniltilerini dinlemekle geçmiştir. Çünkü evleri tam karşıdadır. “Geceleri hep o adamın sesleriyle korkarak uyandım. Sesini işitince beni yanına çağırıyor sanıyordum. O bağırır bağırmaz annem yanıma gelir, korkmayayım diye benimle konuşurdu.” (S. 157). Daha sonra bu evde yaşadığı bir cinsel tecrübe onun bir daha hiçbir kadınla birlikte olmamasına, evlenmemesine neden olmuştur.[7]

[1]: http://en.wikipedia.org/wiki/Ahmet_Hamdi_Tanpınar

[2]: http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmed_Hamdi_Tanpınar

[3]: http://www.turkceciler.com/forum/forum_posts.asp?TID=1068

[4]: http://www.turkceciler.com/forum/forum_posts.asp?TID=1068

[5]: http://www.turkceciler.com/forum/forum_posts.asp?TID=1068

[6]: http://www.turkceciler.com/forum/forum_posts.asp?TID=1068

[7]: http://www.turkceciler.com/forum/forum_posts.asp?TID=1068

Posted in Kitap Özet ve Değerlendirmeleri | Leave a Comment »

Ey kavmim… Ahmet Altan

Posted by omerfarukoz Aralık 9, 2008

Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.

Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut kavminden de değilsin sen, hazdan olmayacak mahvın.
Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın.
Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıdını…
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına.
Tanrıya yakarır ama firavunlara taparsın.
Musa Kızıldeniz’i açsa önünde, sen o denizden geçmezsin.

Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.

Korkarsan kendinden olmayan herkesten. Ve sen kendinden bile korkarsın.
Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın.
Hazreti İsa’yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen başka şeylere ağlarsın.
Gündüzleri Maria Magdalena’yi orospu diye taşlar, geceleri koynuna girmeye çabalarsın.
Zebur’u, Tevrat’ı, İncil’i, Kur’ân’ı bilirsin.
Hazreti Davud için üzülür ama Golyat’ı tutarsın.

Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.

Dönüp de bakmazsın ölülerine. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvın. Ama sen kendi acına da yabancısın.
Kadınların siyah giyer, kederle solar tenleri ama onları görmezsin.
Her kuytulukta bir çocuğun vurulur, aldırmazsın.
Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin.
Ve nefret edersin dilencilerden.
Utancı bilir ama utanmazsın.
Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın.
Bütün seslerin arasında yalnızca kırbaç sesini dinlersin sen.

Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.

Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın.
Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın.
Örümcek olsan Hazreti Muhammed’in saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin.
Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibi tek başına melersin.
Hazreti Hüseyin’in kellesini vurmaz ama vuranı alkışlarsın.
Muaviye’ye kızar ama ayaklanmazsın.
Hazreti Ömer’i bıçaklayan ele sen bıçak olursun.

Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.

Ölülerine dönüp de bakmazsın. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvın.
Ama arkana baktığın için taş kesileceksin.
Ve sen kendine bile ağlamayacaksın.
Komşun aç yatarken sen tok olmaktan haya etmezsin.
Musa önünde Kızıldeniz’i açsa o denizden geçemezsin.
Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın.

Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.

Posted in Edebiyat, Sanat | Leave a Comment »